Burası Ege'nin başladığı yer!


Madem Ege'nin köylerinden başladık öyle devam edelim.. Farkındayım, buraları geç keşfettim ama hiç görmemiş olmaktan  iyidir. Şimdi sırada tıpkı Adatepe gibi görenlerin soluğunu kesen (!) bir başka köy var: Çanakkale'nin Yeşilyurt köyü ya da eski adıyla Büyük Çetmi.


Soluğu kesen dediysem elbette mecazi anlamda çünkü burası her yeri betona boğulmuş ülkemizde oksijen oranının en yüksek olduğu yerlerden biri.


Tarihi 1355 yılına kadar uzanan Yeşilyurt köyü 'Ege'nin başladığı yer' olarak nitelendirilen Çanakkale'nin Küçükkuyu beldesinin tepesinde. Zaten köye girip yürüyerek yukarılara doğru çıkarken geriye dönüp baktığınızda alabildiğine uzanan Ege mavisi gözlerinizi kamaştıracak.

YEŞİLYURT'A NASIL GİDİLİR




Açıkçası çok fazla betona boğuLduğunu düşündüğüm için tatil programlarıma almayı pek istemediğim Altınoluk'a gitmek için ani bir karar verince araştırmaya başladım. Çok da bayılmadığım deniz ve güneş tatilini renklendirmek için bölgede nerelere gidebilirim diye 'dersime çalıştım.'

İşte o sırada Yeşilyurt köyünü gördüm öneriler arasında. Sonra da ilk fotoğrafı görür görmez nefessiz kaldım ve 'ben kesinlikle buraya gitmeliyim' diye düşündüm.



Tatilimin ilk gününü denize ayırdıktan sonra ikinci gün düştüm yollara! Ama kelimenin tam anlamıyla düştüm... Yine Yeşilyurt köyüne çıkan bir minibüs efsanesi dolandı ortalıkta, tıpkı Adatepe'de olduğu gibi.  Ama yime o minibüs o durağa hiç gelmedi! Sonunda Küçükkuyu'dan bir taksiye binip tatlı dilli, kibar bir taksi şoförüyle çıktık Yeşilyurt köyüne!


Zaten yolculuk 10 dakika sürüyor ve ödeyeceğinz ücret de 15 TL. Ama buna değer inanın! Daha köyün girişinde nefesim kesilmeye başladı. Çünkü gerçekten de kendimi bambaşka bir diyara giriyormuş gibi hissettim. Masal dünyası da değil daha farklı bir yer.


Taksiden inince de kelimenin tam anlamıyla 'zincirimden kopmuş' gibi köyün sokaklarında gezmeye başladım. Sonra dedim ki kendime 'Dur yolcu, biraz sakin ol. Vaktimiz bol.'

Meydanda; minaresi Rum taş ustaları tarafından yapılmış bir camii, hemen yanında şirin bir köy kahvesi.... Onca sıcakta püfür püfür esen rüzgar! Her nefes alışınızda alışık olmadığınız için hafif bir sarhoşluk hissi yaratan bol oksijen. Daha ne olsun!


Köy meydanından yukarıya doğru tırmandıkça köyün atmosferi sizi çekip içine alıyor. Arnavut kaldırımı sokaklar, iki yanınızda dış yüzeylerinden erguvanlar sarkan taş evler.. İnsana sonsuza kadar bu sokaklarda hiç yorulmadan yürüyebilirmiş  duygusu veriyor.

YEŞİLYURT KÖYÜNÜN TARİHÇESİ



Yeşilyurt köyü, Oğuz Türklerinin boylarından biri olan Çepniler tarafından kurulmuş 1300'lü yıllarda. O zamanki adı Büyük Çepni. Bu köyü kuran uç beyinin küçük  kardeşi de tam karşı yamaçta Küçük Çepni köyünü kurmuş.

Mimariden de anlaşılacağı üzere burada uzun yıllar Türkler ve Rumlar birlikte yaşamış. 1924 yılında mübadeleden sonra Rum nüfus köyden ayrılmak zorunda kalmış. 1970'lere gelindiğinde ise köyü adı Yeşilyurt olarak değiştirilmiş.


Her ne kadar Rumlar evlerini bırakıp gitse de izleri silinmeyecek biçimde kalmış köyde. Çünkü köye o büyülü güzelliğini veren taş evler hep onların eseri. Yeşilyurt köyünün tepelerine çıktıkça zeytin ağaçlarının arasında, kalabalıklardan saklanmış gibi duran sakin oteller göreceksiniz. Biz onlardan birinde konaklamadık ama gelecek sefere neden olmasın ki.

ZEYTİN CENNETİ YEŞİLYURT KÖYÜNDE NE YENİLİR



Köyün meydanındaki küçük ve rengarenk dükkanlarda hatıra eşyalarının yanı sıra zeytinyağı, zeytin, zeytinyağı sabunu bulabilmek mümkün. Meydanda bölgeye özgü yemekler yiyebileceğiniz restoranlar da mevcut.

Köyün sakinlerine gelirsek! İletişim kurma fırsatı bulduklarımı gerçekten çok sevdim. Hem samimi, hem mesafeli ve son derece kibardı hepsi. Bahçesinden topladığı tadına doyulmaz eriklerden biraz satın aldığım yaşlı beyefendi gönüllü rehberlik de yaptı. Köyde görülmesi gereken yerleri anlattı.


Zeytin ve zeytinyağı satan yaşlı bir hanımefendi de evinin serin avlusuna davet edip tatlı tatlı sohbet etti bizimle. Bir şey almamız için de hiçbir şekilde ısrar etmedi!

Bitmesini hiç istemediğim Yeşilyurt günü, meydanın hemen başındaki Kakule Kafe'de mis gibi çay eşliğinde yenen bir dilim çikolatalı kekle başlamıştı. Günün sonunda ise köy kahvesinde bir bardak demli 'şimdilik hoşçakal güzel köy' çayı içtik.


O sırada epey kalabalık olan köy meydanından de 'beni arayın, gelip alırım' diyen kibar taksi şoförü Abdullah Bey ile ayrılıp Altınoluk'un yolunu tuttuk. 'Neden buraya otobüs ya da minibüs çıkmıyor' dediğimizde ise Abdullah Bey 'Aslında köyün halkı insanların akın akın buraya gelmesini istemiyor' diyerek yanıt verdi.

Evet tabii! Köydeki gezimiz sırasında insanların bile alçak sesle konuştuğunu, motor gürültüsü yerine kuş ve hatta arıların sesini bile duyabildiğimizi hatırlayıp gülümsedik.


Gelelim Yeşilyurt köyüne nasıl gidildiğine. Söylediğim gibi özel aracım yok. Buradan bilmişlik de taslamayacağım. Diyeceğim şu ki Küçükkuyu'ya gidin, gerisi kolay.


Ama köyün adının yazılı olduğu tabelayı gördüğünüz anda aracınızın teybi açıksa sesini kısın, kendi sesinizi de! Sadece doğanın sesini dinleyin! Köyün sokaklarını yavaş yavaş tadını çıkararak gezin. İnanın bana böyle yaparsanız Kaz dağlarından aşağıda köyün tepelerinden görünen Ege denizindeki deniz kızlarını şarkısını bile duyabilirsiniz...

Nazan Mengü 
mengunaz@yahoo.com.tr






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Luna park değil Rönepark

Ah Refika! Aşkından yataklara düştü bu köy!

Bir kahvaltıda keşfettiğim hazine