Luna park değil Rönepark




"Çocuklar" demişti üniversitedeki daktilo hocamız "Yeşilköy bir zamanlar yani benim gençliğimde sizin şimdi bildiğiniz gibi bir yer değildi. Biz Kadıköy'de yaşardık ve Yeşilköy'e, yazlık evimize giderdik. Yanımızda her türlü erzak götürürdük, çünkü orası o zamanlar öyle kolayca her ihtiyacınız olanın bulunabileceği bir yer değildi."



Şaşırmıştım doğrusu... Gazeteci olma hayallerimi gerçekleştirmek için İstanbul"a gelmiş 17 yaşında bir öğrenciydim bunları duyduğumda. 1980'lerin başıydı, elbette sürekli İstanbul'a gelir giderdik. Özelikle de teyzemin yaşadığı yer olan Bakırköy'e çok yakın olduğu için kuzenim bizi Yeşilköy'e götürürdü gezmeye.

RÖNEPARK NEREDE

Benim aklıma Yeşilköy denilince Çınar Otel gelirdi hemen. Kuzenim ve onun arkadaşlarıyla limonlu koka kola içmeye giderdik. Kışları da salebin üzerine dondurma topları koyup servis eden bir yer vardı adını şimdi hatırlamıyorum.

Aradan bunca zaman geçince Basın Yayın'daki daktilo hocası Nilüfer Hanım'ın söylediklerini daha iyi anlıyorum. İstanbul şehrinin her köşesinde her kuşağın bambaşka anıları varmış meğer!


Denize doğru koşmak istiyor insan.

Neyse.. Konumuz bu değil, gelelim Yeşilköy'e ve bu semtin içindeki "hazineye".  Yani deniz kenarındaki kocaman parka.. Evet, evet, bildiniz Rönepark'a.

Ben de çok uzun zamandır bir Bakırköy sakini olduğum için son zamanlarda sık sık ve kolayca geliyorum buraya. Artık eskiden evimden daha çok vakit geçirdiğim Beyoğlu bambaşka bir yer haline geldiğinden, son zamanlarda sevdiğim Karaköy de abartılı bir şekilde "in" hale gelip kalabalıklaştığından beri kısa kaçamaklarda adresim Rönepark.

FİLM GİBİ BİR ÖYKÜ

Hazine diyorum buraya çünkü yaşadığım bölge özellikle de son zamanlarda inşaat şantiyesine dönüştü ve her yer giderek iyice beton yığını haline geliyor.

Nefes bile alamadığım zamanlarda Rönepark'a geliyorum, çimenlerden kumlara doğru uzanıp denizin kokusunu içime çekip dalgaların sesini dinliyorum. Bu arada! Üzgünüm ama bütün bunları yaparken de o arka plandaki mangal kokuları, bağırış, çağırış yokmuş gibi davranıyorum.


Bu feneri ne zaman görsem aklıma siyah beyaz filmler gelir.

Belki bir gün sizin de yolunuz düşer buraya ve kalabalık kentin ortasındaki bu vahanın keyfini çıkarırsınız.

Açıkçası başlarda buranın adının neden Rönepark olduğunu ben de merak etmiştim. Ne demek ki "Röne".... Aslında bu parkın adı başkaydı da birileri kafa bulmak için mi böyle demişti.

Biraz araştırınca öyle olmadığını öğrendim. Bu park adını; bir Lübnan Prensi'nin "gayrimeşru" oğlundan alıyordu. İşin burası epey hüzünlü, kelimenin tam anlamıyla film gibi.. Hani şöyle senaryo yazmayı bilsem, film çekecek bilgim ve imkanlarım olsa kesinlikle beyazperdeye aktarılacak türden bir öykü.

Geçmişten bir anı.

Hikayemiz 1900'lü yılların başına uzanıyor. O dönemde Harbiye'de okuyan bir Lübnan prensi, Yeşilköylü ya da o zamanki adıyla Aya Stefanoslu bir Rum kızına aşık oluyor. (Yeri gelmişken hatırlatalım, Aya Stefanos ya da şimdiki adıyla Yeşilköy o zamanlar ağırlıkla olarak Rumların yaşadığı bir balıkçı köyü)

Neyse efendim, Prens ile Rum kızı birbirlerine aşık oluyorlar ama gün geliyor prensin ülkesine dönmesi gerekiyor.

Ayrılmaları zor olsa da vedalaşıyorlar. Yalnız bu arada Prens'in bilmediği bir ayrıntı var: Sevgilisi hamile.

Prens'in sevgilisi bir süre sonra bir erkek çocuk dünyaya getiriyor , adını Röne koyuyorlar. Minik Röne; annesini ablası biliyor, anneannesini de annesi. (Tıpkı ünlü aktör Jack Nicholson'ın hayat öyküsü gibi yani, belki bir gün onu da anlatırız.)


Mis gibi deniz kokusunu duydunuz mu siz de?

Babasının bir prens olduğunu bilmeyen Röne, ailesine ekonomik olarak katkıda bulunmak için şu anda Röne Park içinde hüzünlü gözlerini uzak denizlere dikmiş duran fenerin yanı başındaki balıkçı meyhanesinde çalışmaya başladı.

Meyhanenin sahibi Arap Nuri'ye o kadar sevdirdi ki kendini, kısa zamanda şef garson bile oldu Röne.

İşte tam o sıralarda şu anda da bize hiç şaşırtıcı gelmeyen bir gelişme yaşandı. Takvimler 1936 yılını gösteriyordu ve bu deniz kenarındaki kocaman alan imara açılmak istendi.

Elbette büyük gürültü koptu. Semtin yerlileri karşı çıktı bu öneriye. Buranın imara açılmasını istemeyen bir kişi daha vardı: İstanbul il Sağlık Müdürü Osman Sait Kurşuncu.

Parkın satışı hayalleri bitti, imara açılması durduruldu. Ancak bir sorun daha vardı. Parkın içinde eski bir bina vardı ve semt halkı özellikle de hava karardıktan sonra bu binaya "sığınanlar" yüzünden korku duyuyordu.

Parkın tamamen kurtulabilmesi için bu kocaman yeşil alanın "hizaya getirilmesi" gerekiyordu.

İşte hikayemizin kahramanı Röne burada devreye giriyor. Yeşilköy karakolu baş komiseri Temel Ayanoğlu da bu sırada bu parkı büyük küçük herkesin hava aydınlıkken de geceleri de rahatça girip, gezip keyfini çıkarabileceği bir alan haline getirmeyi amaçlıyordu. Ama bütün bunların başına birilerinin getirilmesi gerekiyordu.


Arap Nuri'nin balıkçı meyhanesinden tanıdığı Röne'nin bu işi yapabileceğini düşündü Kurşuncu.

YEŞİLKÖY RÖNEPARK'IN ADI NEREDEN GELİYOR

Röne, parkta açılan gazinonun işletmeciliğini üstlendi. Mekan öylesine sevildi, öylesine ilgi gördü ki sadece Yeşilköylüler değil İstanbul'un diğer semtlerinden hatta yurt dışından insanlar bile gelmeye başladı.

Röne bu gazinonun işletmeciliğinden ayda iki buçuk lira kazanıyordu.

İşte şimdi birçok kişinin çoluk çocuk akın ettiği, çimenlerinde yayılıp oturduğu ya da deniz kıyısında gezindiği hatta denize girip yüzdüğü Rönepark'ın hikayesi böyle.


RÖNEPARK'A NASIL GİDİLİR

Bakırköy'de oturuyorsanız Röne Park'a gitmek çok kolay. Kültür Köprüsü'nün hemen karşısından kalkan minibüsler sizi 15 bilemediniz 20 dakikada Röne Park'a götürüyor.

İstanbul'un başka yerlerinden gelecekseniz de Yeşilköy Taksim otobüslerini kullanabilirsiniz.

Nazan MENGÜ





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ah Refika! Aşkından yataklara düştü bu köy!

Bir kahvaltıda keşfettiğim hazine