Herkesin Piter'i kendine



Rusya Federasyonu'nun masal kenti.

Rusya Federasyonu'nun Sankt Peterburg (Saint Petersburg) kentini nasıl bilirsiniz? Peki ya St. Petersburg'a nasıl gidilir, orada ne yapılır? Ne yenir ne içilir ne görülür? Şimdi size bunları anlatacağım işte. Hem de kendi bildiğim gibi... Buyurun 'aşkım Piter'le tanışmaya!


İLK NEFESTE AŞK!

Hayatımı şehir şehir ülke ülke gezerek geçirmedim. Adım üzerimde ofiste oturan bir gezginim. Ama elime fırsat geçirdiğim zaman da uzak ve hele hele beni kısacık zamanda "ele geçiren" bir kente gitmişsem, hakkını vererek de gezerim.

Hermitage Müzesi, Kışlık Saray, Saray Meydanı

Saray Meydanı.. Arkada Hermitaj Müzesi... Gezmeye ömür yetmez!

İşte Rusya'nın en romantik, en yapay, en baştan çıkaran, en büyülü, en masalsı kenti Saint Petersburg ya da Ruslar gibi söylersek Sankt Peterburg haydi biraz daha ileri gidelim oranın yerlileri gibi söylersek Piter de bunlardan biri.

Burası benim hayatımın en büyük "keşke"si (çünkü yıllar yıllar önce burada yaşama şansını ele geçirip değerini bilemeyip yüz çevirmiştim) hayatımın en büyük "iyi ki"si (çünkü yıllar sonra da olsa bana uzattığı eli tuttum.) Haydi işin gerçeğini itiraf edelim "aşka düştüm" bu şehir için. İlk görüşte hem de!

HER ŞEY İKİ YIL ÖNCE BAŞLADI

Benim St. Petersburg maceram iki yıl önce başladı. Hiç aklımda yokken bir arkadaşımın ısrarıyla biraz da geçmişle hesaplaşıp, 'defterini dürmek için" gitmeye karar verdim. Hiç kolay olmadı elbette.

Bizi bu masal kentine götürecek uçağa adım attıktan beş dakika sonra inmeye bile kalkıştım. Ama sonra arkadaşımın ısrarıyla koltuğumda kaldım. İyi ki de öyle yapmışım! Hem uçuş korkumu yenecek yeni teknikler geliştirdim hem de kendimle ilgili o zamana kadar bilmediğim şeyler keşfettim.

Sankt Peterburg, Rusya

Kazan Katedrali

İtiraf edeyim Rusya'nın başka hiçbir kentine gitmemiştim daha önce, daha sonra da gitmedim zaten. St.Petersburg'a uçakla gittiğinizde adım attığınız ilk yer Pulkovo Havaalanı. İşte 2014 yılının 5 Temmuz günü o havaalanına adım attığım anda o güne kadar aklıma bile gelmeyecek bir şey hissettim.

Orası yabancı bir ülkeydi, üstelik o ülkenin dilini bile bilmiyordum, bırakın dilini alfabesini okuyamıyordum. Yani kelimenin tam anlamıyla "okur yazar" değildim. Ama çok ilginç bir şey oldu.

Pasaport kontrolüne doğru ilerledik, kendimi hiç de yabancı bir ülkeye gelmiş gibi hissetmedim. Daha önce başka ülkelere ve şehirlere gittiğimde bunu "iliklerime kadar" hissediyordum. Ama burada hiç!

DEDEMİN AKRABALARINI GÖRDÜM SANKİ

Havaalanından dışarı çıktık ve şehrin kokusunu içime çektim. Evet, belki fiziksel olarak ilk kez o topraklara adım atıyordum ama sanki daha önce oraya defalarca gitmiştim aslında.

Aklıma rahmetli dedem geldi! O şehirde değil elbette ama bu ülkenin başka bir şehrinde dünyaya gözlerini açmış sonra bir ziyaret için Türkiye'ye gelmiş ve o dönemde yaşanan olaylar yüzünden bir daha doğduğu topraklara adımını atamamıştı.

St. Petersburg, Rusya

Park Pobedy yani Zafer Parkı

Ama bana hep anlatırdı oraları. Şu anda Rusya sınırları içinde bulanan Karadeniz kıyısındaki köyünü, oradaki arkadaşlarını. Çocukken kopmuştu yuvasından ama ne kendi etnik dilini unutmuştu ne de Rusça'yı tam olarak silmişti hafızasından. Hep anlatır ve hep söylerdi:"Kızım sen bu dili öğren, büyüdüğünde bir gün benim doğduğum yere gideceğiz." O zamanlar bunu tam olarak anlayamıyordum çünkü küçük bir çocuktum.

Ne yazık ki dedemle birlikte o topraklara gidemedik, hatta dedem benim oraya gittiğimi de göremedi. Ama belki de bu yüzden o kente kendimi çok ama çok yakın hissettim.

Rusya, St. Petersburg, Tsarskoye Selo

Yazlık Saray'ın hemen arkasında küçük bir 2. Dünya Savaşı Müzesi var.

Zaten sonradan sırf bu duygu yüzünden oturup Kiril alfabesini söktüm ve Rusça öğrenmeye başladım. (Başladım derken henüz öğrenemedim ama hala çalışıyorum.)

SENİ KEŞFEDECEĞİZ PİTER!

Neyse, işin duygusal kısmını bir yana koyalım. Saint Petersburg'a ilk kez 2014 yılında gittik ve 9 gün kaldık. Elbette bu biz "kesmedi". Ertesi yıl yine aynı gün bir kez daha gittik ve bu kez 21 gün kaldık! Gezebildiğimiz her yerini karış karış gezdik.

O zamanlar henüz vize zorunluluğu yoktu. Sonra o korkunç olay oldu ve şimdilik en azından vize parasını denkleştirilebilecek duruma gelinceye kadar bir süreliğine birbirimizi özleyeceğiz Saint Petersburg'la.

Marata Street, Ulitsa Marata, улица марата

Ulitsa Marata yani Marata Sokağı... İki kez kaldığımız otel burada. Nevsky Caddesi iki adım.

Şimdi tam da Beyaz Geceler zamanı gelmişken, oraya gitmek artık eskisi kadar zor değilken (vizeye rağmen) gidebileceklere küçük bir yardımı olsun diye gördüklerimi anlatmaya karar verdim.

Ama önceden söyleyeyim turisti rehberlerin ilk sayfalarında her zaman göreceğiniz yerleri biraz özet geçeceğim.  Benim Piter'imi anlatacağım daha çok size.

GERÇEK RUSYA DEĞİL BURASI 

St Petersburg ile ilgili ansiklopedik bilgileri bir yana koyalım. İsteyen herkes okur zaten. Bizim Deli Petro dediğimiz Çar Büyük Petro'nun dünyadaki birçok kenti örnek alarak kurduğu bu kent kelimenin tam anlamıyla Rusya'nın batıya açılan yüzü.

Nevski Caddesi, Nevsky Prospekt

Leningrad Kuşatması'ndan bir anı: Yurttaşlar! Yolun bu yanı bombardımanda daha tehlikeli!

Tam da bu yüzden orada tanıştığımız iki Rus arkadaşımız bize "Gerçek Rusya burası değil" demişti.

Gerçek ya da değil! Oranın gerçek olmasını kim istiyor ki!

Bir kere St Petersburg'a gitmişseniz ya da aklınızda bu varsa kesinlikle ve kesinlikle Rus edebiyatına düşkünsünüz demektir. Adı bu kentle özdeşleşen Fyodor Mihayloviç Dostoyesvki'nin hayatının son yıllarını geçirdiği müze evi gezeceksiniz öncelikle.

St. Petersburg

Anna Ahmadova'nın müze evi... Derin derin içe işliyor.

Dostoyevski’nin ya da eskiden yakınlarının şimdi de tutkulu okurlarının deyimiyle “Fedya’nın hayatının son üç yılını geçirdiği ev de mezarı da bu şehirde…. Şehrin kalbi Nevsky Caddesi’ne çok da uzak olmayan bu müze ev Kuznechny adlı bölgede. Kapıda sizi Usta’nın şapkası karşılıyor. Evin diğer bölümlerinde de yazarın ve ailesinin eşyalarını görmek mümkün.

Sonra Vladimir Nabokov, Anna Ahmadova'nın müze haline getirilen evlerine yolunuz düşecek. Ki burayı biraz daha detaylı bir şekiyde anlatacağım daha sonra. Derin hatıraları var çünkü.

PUŞKİN SON NEFESİNİ BURADA VERDİ

Ve elbette Puşkin'in son nefesini verdiği Moika'daki o müze ev! İşte o evde Puşkin'in çıktığı basamakları tırmanıp onun kanala baktığı pencereden dışarıyı izlerken büyük olasılıkla acılarını da hissedip birkaç damla gözyaşı dökeceksiniz.

Sonra da ver elini kentin kalbi olan Nevsky Caddesi'ndeki Edebiyat Kafe. İşte tam orada Puşkin'in mumya heykeli sizi bekliyor olacak, bir masanın başında.

пушкин

Puşkin burada oturmuştu

St Petersburg'a gelip Hermitage Müzesi'ne gitmemek elbette olmaz. Ama zaten biliyorsunuz ki burayı öyle bir kere de gezip bitirmek mümkün değil. Belki de bir ömür gerek!

Kentte gezecek o kadar çok yer var ki insan hele de anlatırken nereden başlayacağını bir türlü kestiremiyor. Ama gelin isterseniz bu kez farklı bir yol izleyip “güzeller güzeli St. Petersburg’a önce “kalelerden, kulelerden” bakalım sonra da makyajsız yüzünü yani turistik rehberlerin ön sayfalarında yer almayan hazinelerini keşfedelim.

277 BASAMAK VE PİTER KANATLARIMIN ALTINDA 

St. Petersburg’u kuşbakışı seyretmek için size önereceğimiz yerlerden biri Smolny Katedrali. İtalyan asıllı mimar Bartolomeo Rastrelli’nin imzasını taşıyan bu mavi beyaz yapıya girin 277 basamağı tırmanın. Nefesiniz zorlansa da tırmanın ve gözleriniz güzellik görsün.


Smolny Katedrali'nden St.Petersburg

St. Petersburg’u yükseklerden izleyebileceğiniz yerlerden biri de St. Isaac Katedrali. Bu, Ortodoks dünyasının en yüksek katedrali. Zaten daha dışarıdan görür görmez önce bir durup derin derin nefes alıyor sonra da gişeye doğru ilerliyorsunuz. İki bilet alıyorsunuz; biri müze için diğeri de katedralin tepesine çıkmak için. Burada da 300 basamak sizi bekliyor. Sabırla tırmandığınızda iki farklı manzara göreceksiniz, sakın şaşırmayın. Muhteşem Neva nehri, Peter Paul Kalesi, Hermitage Müzesi yani kışlık saray aşağılardan size göz kırpıyor.

TEPEDE AŞKA GELDİK

Başınızı biraz daha çevirince de göreceğiniz manzara: Çatılar çatılar ve yine çatılar… Bir yanda St. Petersburg’un büyülü yanı diğer yanda da gerçek yüzü. Ama şunu söyleyelim; şehrin “öteki yüzü” de öyle bizim büyük kentlerde alışık olduğumuz gibi karma karışık ya da insanın içini bunaltan türden değil. Tüm binaların boyu eşit yükseklikte. Gökyüzündeki bulutlar bile başka türlü görünüyor. Bu arada kulede gezerken etrafınızda bazı çiftlerin sarılıp öpüştüğünü göreceksiniz. Fazla takılmayın, çünkü belli ki burası insanı kelimenin tam anlamıyla aşka getiriyor.


St. Isaac Katedrali

St. Petersburg birçok adadan oluşan bir şehir. Ama "ada" deyince bizdeki gibi değil. Köprülerden geçip bu adalara gidebiliyorsunuz. İsterseniz otobüsle isterseniz yürüyerek. Hatta dilerseniz metroyla. Ver elini Vassiliyevski Adası dedik önce!

Burada sizi mavi beyaz renkleriyle Rusya’nın ilk sanat müzesi olan Kunstkammer karşılıyor… Ama şu sıralar restorasyonda. Yeri gelmişken söyleyelim, kentte restorasyonlar son hız sürüyor. Gorkovskaya’da bulunan ve turkuaz rengi çinileriyle insanı ta uzaklardan çağıran Tatar Camii‘nin restorasyonu geçen yıldan bu yana sürüyor.

İŞKENCE ALETLERİ MÜZESİ

Zayachi Adası’ndaki Peter Paul Kalesi de kentin gezilmesi gereken mekanlarından. Bu kalenin içindeki en etkileyici yerlerden biri de birçok yazar ve düşünürün çeşitli dönemlerde kaldığı Bastion Hapishanesi.

Bu arada unutmadan Peter Paul Kalesi’nin içinde insanın tüylerini diken diken eden bir de müze var: Ortaçağ İşkence Aletleri Müzesi… Ziyarete girdiğinizde eşlik eden ses efektleri ve karşınızda gördüğünüz mumyalar sizi tepeden tırnağa titretiyor.


Bu gezi bizi çok sarstı.

Bir de öneri, mümkünse Bastion Hapishanesi ile İşkence Aletleri Müzesi’ni aynı anda gezmeyin. Çünkü öyle bir ruh haline bürünüyorsunuz ki toparlanmanız biraz zaman alabiliyor.

Eğer ilginiz varsa kalenin karşısında Ağır Silah Müzesi var. İsterseniz burayı da ziyaret edebilirsiniz.

LENINGRAD KUŞATMASI'NIN ANISINA 

Söz savaştan açılmışken şehirde insanı derinden etkileyen bir müze daha var: Neredeyse her yanı müzelerle dolu olan kentin ilgi odaklarından biri de İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Leningrad Kuşatması’na adanan Kuşatma ve Direniş Müzesi. Metroyla gidecekseniz Chernyshevskaya istasyonunu kullanmanızda fayda var. Eğer İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllar ilgi alanınıza giriyorsa orada gördüklerinizi unutmanız mümkün değil.


Tsarskoye Selo ya da Puşkin. Bu manzara size kesin bir başka yeri hatırlattı!

Size şu ana kadar St. Petersburg’un çok etkileyici ama kısa süreliğine giden ziyaretçilerin vakitsizlikten uğrayamadığı yerlerini anlatmaya çalıştık. Bunun dışında bu kente yolu düşenlerin uğramadan edemeyeceği yerler de var. Bunlardan biri de Tsarskoye Selo (Çar’ın Köyü) ya da Puşkin’de bulunan Yazlık Saray. Katerina’ın Sarayı, hem altın rengi kuleleri gökyüzüne uzanan binasıyla hem de nefes kesici güzellikteki devasa bahçesiyle sizi bekliyor. Bu bahçede Türkiye’den giden ziyaretçilerin en çok ilgisini çekebilecek olan yer ise Türk hamamı.

Hermitage Müzesi’nin karşısından kalkan bizdeki deniz otobüsüne benzeyen hidrofillerle kolayca gidilen Peterhof’un ünlü fıskiyeleri ve sarayı da St. Petersburg’un görülmesi gereken yerlerinden.



Türk Hamamı'nın içi.

Dostoyevski, Çaykovski gibi ünlülerin son istirahatgahları olan Thikvin Mezarlığı’na ve hemen yanındaki Alexander Nevski Manastırına da uğrayın. Mezarlığa girerken bilet almanız gerektiğini de aklınıza not edin.

BURASI İNSANI DUA ETMEYE ÇAĞIRIYOR

Elbette unutmadık! Bir de kentin neredeyse en önemli sembollerinden biri olan Dökülen Kan Kilisesi var elbette. Nevsky üzerinde yürürken ya da kentin neresinden bakarsanız bakın mutlaka göreceksiniz bu kiliseyi. İnanılmaz güzellikteki mimarisiyle sizi zaten içeri çağıracak ve karşı koymadan kapısından içeri gireceksiniz.


Romanov Hanedanı anısına inşa edilen katedral.

Kazan Katedrali ise günde birkaç kez gezeceğiniz Nevsky Caddesi üzerinde gözünüze mutlaka çarpacak. Katedralin bir bölümü de bu yıl restorasyondaydı.

Eğer Moskovsky Tren İstasyonu civarında dolaşırken Goncharnaya Sokağı’ndan girip etrafa bakmaya devam ederseniz karşınıza Romanov Hanedanı’nın 300’üncü yılı anısına inşa edilen The Cathedral of the Icon of Our Lady Feodorovskaya çıkacak. Hiç tereddüt etmeden girin, pişman olmayacaksınız.

ŞEHİR DIŞINDA NE VAR DERSENİZ

St Petersburg’un dışında ne var diye merak ediyorsanız bir başka rota da Lomonosov ya da İkinci Dünya Savaşı öncesi adıyla Oranienbaum yani Almanca adıyla “Portakal Ağacı”. Finlandiya Körfezi’ne yakın bu bölgeye de metro ardından da minibüs ya da otobüsle ulaşmak mümkün. Eğer isterseniz Lomonosov’a trenle de gidebilirsiniz. Biz metro ve minibüs seçeneklerini tercih ettik.


Metro istasyonları da çekici bu kentin.

İlk durağımız Avtovo metro istasyonu oldu. St. Petersburg’un her metro istasyonunun farklı bir özelliği ve güzelliği var. Ama Avtovo diğerlerinden daha farklı. Bizi kendisinin de yaşadığı yer olan Lomonosov’a götüren Rus arkadaşımız da özellikle bu istasyonu görmemizi istedi. Haksız da sayılmazmış. Burası, metro istasyonundan çok bir müze ya da sanat galerisi girişine benziyor.

SANKİ BAMBAŞKA BİR YER

Şehrin dışında gezilecek yerlerden biri Kronstadt. Burası, St. Petersburg’da Sovyet dönemi atmosferinin en çok hissedildiği yerlerden biri. Çok fazla insanın görünmediği sokaklarında yürürken kendinizi gerçekten de Sovyet döneminde hissediyorsunuz. Belki de birçok yerde artık zamanla çözmeye başladığınız Kiril alfabesiyle yazılmış Lenina Prospekt (Lenin Caddesi) yazısı yüzünden.


Udelnaya'daki görüntü şehrin merkezinden epey farklı.

St. Petersburg’da bir de bit pazarı gezelim diye bir düşünceniz varsa bu tip yerlerin en tanınmışlarından biri Udelnaya. Metroyla yolculuk şehir merkezinden yaklaşık 20 dakika sürüyor. Sonra metrodan çıktığınızda, uzakta tren rayları ve karşınızda tezgahları yola serip eski eşyalarını satmaya çalışan yaşlı insanlar.

BİT PAZARINI ATLAMAYALIM

Udelnaya’daki bit pazarının hemen arkası ise bizim bildiğimiz semt pazarlarını anımsatıyor. Şehir merkezinden daha ucuz fiyata satılan meyve ve sebzeler, giysiler vs her şeyi bulmak mümkün.

Bu bölge görsel olarak da ilginç. Elbette St.Petersburg merkezindeki görkemli mimarinin yerinde yeller esiyor. Eski ve çok da bakımlı olmayan binaların hemen yanında benzerini Türkiye’de de gördüğümüz kocaman siteler inşa edilmiş.


Avrora Kruvazörü.

Geçen yıl Petrogradskaya’da ziyaret ettiğimiz efsane Avrora Kruvazörü‘nü bir kez daha görmek için deli gibi yağan yağmurun altında saatlerce yürüdük. Geminin olması gereken yere geldiğimizde ise Avrora yoktu! Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’na katılan, Ekim devrimini başlatan ve sonra da müze haline dönüştürülen bu efsane gemi, meğer bakım için başka bir yere çekilmiş.

ST PETERSBURG’DA NE YİYELİM NEREDE YİYELİM?

St. Petersburg’un kalbi Nevsky Caddesi‘nde atıyor. Acıktığınız zaman burada yemek yiyecek yer bulmak çok kolay. Çünkü adım başı kafe ve restoranlar var. Bunlar arasında en çok ilgi göreni ve en çok çeşit sunanı cadde üzerinde iki şubesi bulunan Market Place.

Dilerseniz, Puşkin Müzesi’ni ziyaret ettikten sonra Moika Nehri kenarında biraz daha yürüyüp Yat Kafe’ye giebilirsiniz. Birkaç basamakla yerin altına inilen bu kafe sizi 1940’lı yıllara götürüyor. Eski şarkılar eşliğinde hem Rus hem de Fransız yemekleri yiyebilmek mümkün.

Nevsky Caddesi’ni kesen Ligosky Caddesi’ne bulunan Cafe Du Nord’un pastaları da kayıtssız kalınamayacak türden. Pasta demişken bu kentte pastacılık çok gelişmiş. Cadde üzerinde yürürken sayamayacağınız kadar çok pastane görebilirsiniz. Albenili vitrinleriyle sizi içeri çağırır hepsi de. Yediğiniz pastaların en dikkat çekici özelliği ise neredeyse yok denecek kadar az şekerli olması. Fazla vicdan azabı çekmeden pasta yiyebilirsiniz yani. Özellikle de Cafe Du Nord’un ekler”lerini mutlaka deneyin, pişman olmayacaksınız.


Dumskaya, eğlence hayatının kalbi.

Nevsky Caddesi üzerindeki tarihi pastane Küpetz Eliseev’i zaten göreceksiniz. Ama biraz daha ileri gidip İtalyan Sokağı’na girdiğinizde Kafe Upko sizi bekliyor. Makarnaları bir yana çok para harcamadan lezzetli şaraplar içebilirsiniz.

Eğer Türk damak zevkinden uzaklaşmak istemiyorsanız, Nevsky üzerinde birkaç tane Türk lokantası var. St Petersburg’un değişik yerlerinde faaliyet gösteren İtalyan lokantası Mamma Roma da tanıdık lezzetler sunuyor. Tam da burada bir not düşelim. Mamma Roma’da yediğiniz makarna için 30 Ruble ödüyorsanız bunun 29 rublesi makarna, 1 rublesi sosu için…

Gece eğlenceleri için en çok tercih edilen yerler Dumskaya’da bulunuyor. Amerikalı ve İngilizler başta olmak üzere yabancı turistlerin en çok rağbet ettiği yerlerden biri Fidel Bar.


Nevsky Proepekt yani Nevski Caddesi.

Şehri gezerken görüyorsunuz ki bütün Lenin heykelleri, yıkılıp gitmemiş. Finlandski Tren İstasyonu’nun hemen karşısında kendi adını taşıyan meydanda görkemli bir heykeli duruyor Lenin’in. Bir de Mayakovskaya’da yükseklere su püskürten fıskiyelerin hemen karşısında. Bu heykeller de özellikle yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.


Selam, yoldaş Lenin!

Ne çok şey yazdım değil mi. ama sanki hiçbir şey anlatmamış gibi hissediyorum kendimi. 
Biliyorum ki artık Rusya'ya gitmek vizesiz değil, ve vize ücreti de insanın canını acıtabilecek türden. Hele benim gibi kısıtlı bir bütçeyle seyahat ediyorsanız. Ama inançlıyım ve kararlıyım, gelecek yıl bir kez daha buluşacağız güzel şehir. Üstelik bu kez birçok turistin bilmediği ya da çok umursamadığı "epey hüzünlü" yüzünü göreceğim. Ama eminin, o hüzün bile sana çok yakışıyordur! 

ST PETERSBURG'A NASIL GİDİLİR

Türk Hava Yolları düzenli seferlere yeniden başladı. Ama eğer biraz daha uygun bir fiyata gidip gelmek isterseniz Rossiya Havayollarıı'nı tercih edebilirsiniz. Bazı uçaklarında eğlence sistemi yoksa da yine de konforlu bir yolculuk yapmak mümkün.


Petergoff! Gerçekten nefes kesici bir yer.

Şimdi aklıma geldi! Rus yönetmen Aleksei Balabanov'un Brat (Erkek Kardeş) adlı filmi. Rusya'nın 90'lar sonunda değişem yüzünü St.Petersburg fonunda anlatıyordu. Hem de nefis bir soundtrack eşliğinde. Hazır bu şehir aklımıza düşmüşken yeniden izlesek mi!

Nazan MENGÜ


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Luna park değil Rönepark

Ah Refika! Aşkından yataklara düştü bu köy!

Bir kahvaltıda keşfettiğim hazine