Şarabı fazla kaçırdık zaman tüneline düştük!

Şöyle tam da ünlü yazarın dediği gibi 'çılgın kalabalıktan uzakta' hatta kelimenin tam anlamıyla bir masal diyarında biraz kafa dağıtmak isterseniz, yeni keşiflere de açıksanız, buyurun Colmar'a..  Bir başka deyişle 'şarap imparatorluğunun' başkentine. Neden olmasın!


İnsanların modern kıyafetleri de olmasa "geçmişte donmuş" gibi görünen bu küçük kasaba Fransa'nın Alsace bölgesinde. Kuruluşu 9'uncu yüzyıla kadar uzanan Colmar, Alsace Şarap Yolu üzerinde bulunuyor. Hatta "şarabın başkenti" olarak biliniyor.

Çok fazla sıkmadan kasabanın tarihine ilişkin bir kaç noktayı belirtelim önce. Böylece kasaba için kullanan "masal gibi" deyiminin ne kadar doğru olduğunu hakkıyla anlatabiliriz belki.


Sanırım Colmar'a gidip burada fotoğraf çekmeyeni dövüyorlar!

Colmar, 9'uncu yüzyılda kuruldu, 1226 yılında da İmparator II. Frederick tarafından bağımsız imparatorluk şehri statüsü verildi. 

1354 yılında Décapole şehir birliğine katıldı. Otuz Yıl Savaşı sırasında, 1632 yılında İsveç ordusu tarafından alındı.

Colmar, 1673 yılında Kral XIV. Louis altında Fransa tarafından fethedildi ve resmen 1679 Nijmegen Antlaşmaları tarafından bırakıldı. Alsace'ın kalanı ile, Alsace-Lorraine ilinin dahil, Colmar şehri Fransa-Prusya Savaşı'nın bir sonucu olarak 1871 yılında yeni kurulan Alman İmparatorluğu tarafından ilhak edildi.


Küçük Venedik'te dinlenen gondollar..

1919'daki Versailles Antlaşması'na göre I. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransa'ya bırakıldı. 1940 yılında Nazi Almanyası tarafından ilhak edildi ve daha sonra 1945 yılında "Colmar Savaşı" sonra Fransız kontrolüne döndü.

Sanırım bu kadar tarih yeter. Konunun meraklıları ya zaten bütün ayrıntıları biliyordur ya da araştırıp öğrenecektir. Biz olayın gezi kısmına dönelim.

COLMAR'A NASIL GİDİLİR

Sanki şeker hamuru ve çikolatadan yapılmış gibi görünen rengarenk evleri, taş döşeli daracık sokaklarıyla insanı gerçekten de geçmişte yolculuğa çıkaran kasabaya ulaşmanın en kolay yolu, uygun fiyatlı uçak bileti bulup İsviçre'nin Basel kentindeki Mulhouse EuroAirport'a ulaşmak.



Üç saati biraz aşan bir yolculuktan sonra Basel'e ulaşılıyor. Gümrük, pasaport işlemleri dedikten sonra daha ilk adımda sizi ilginç bir deneyim bekliyor. 

Bu havaalanının üç tane çıkışı var ve her biri başka bir ülkele açılıyor. Biri Fransa'ya, biri İsviçre'ye diğeri de Almanya'ya.

Colmar'a ulaşmak için birkaç seçenek var. Biri Basel'in kent merkezine ulaşıp (ki 50 numaralı otobüs bu) sonra da merkez tren istasyonundan yaklaşık 50 dakikalık bir yolculukla bu masal diyarına ulaşmak.

Bu hoşunuza gitmediyse Strasbourg'a gidip belki oraları biraz gezip daha sonra trenle Colmar'a gidebilirsiniz. 

Bu masal diyarına Almanya'nın Stuttgart kentinden de ulaşmak mümkün.


Bir sabah yürüyüşü sonrası bu dükkanda çok tatlı orta yaşlı bir beyefendiyle sohbet ettik.

Anlaşılacağı üzere Colmar, sadece Fransa'nın Alsace bölgesinin sevimli bir kasabası olmakla kalmayıp aynı zamanda ziyaretçilere kısa sürelerle Almanya ve İsviçre'yi gezme imkanı da veriyor.

Neyse, biz şimdilik Colmar'a geri dönelim. Kasabanın girişinde sizi 'tanıdık' bir yüz karşılayacak. Özgürlük Heykeli... Evet, bildiniz! Hani şu New York kentinin hatta belki de tüm ABD'nin simgesi olan o heykel. "Neden" derseniz, bu yapıtı tasarlayan heykeltıraş Frederic Auguste Bartholdi. Colmar doğumlu. Yani kasabanın en ünlü kişisi.

Meraklıları için hemen belirtelim, Colmar'da bir Bartholdi Müzesi'nin yanı sıra adını taşıyan bir lise ve şık bir restoran da var.



Ama Bartholdi'ye saygılarını göstermek için bununla da yetinmemiş yerel yönetim. Taş döşeli sokaklarda yol işareti olarak altın rengi üçgen bir plaka üzerine yerleştirilmiş bir Özgürlük Heykeli figürünü görmek mümkün. İşte bu yüzden Colmar'da dolaşırken her ne kadar zor olsa da zaman zaman bakışlarınızı tarihe meraklı olanların 'aklını uçuran" o binalardan yere doğru da çevirin.

Aslında başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadan Colmar'ın dar sokaklarında başına buyruk bir şekilde dolaşıp, gördüklerinizin keyfini çıkarabilirsiniz. Hatta öyle ki gördüğünüz her binaya, her küçük kanala, binaların mimarisindeki her ayrıntıya kapılıp yemeyi içmeyi bile unutarak saatlerce etrafı seyredebilir ya da delirmiş gibi fotoğraf çekebilirsiniz.

Ama biz yine de Colmar'da gezilecek yerleri kısaca bir anlatalım.



Kasabanın en ünlü bölgesi "Küçük Venedik" (Petite Venice) denilen yer. Burası rengarenk binaları, aslında Venedik'te olduğundan çok daha dar ve kısa kanallarıyla kelimenin tam anlamıyla bir peri masalının "ana üssü" gibi. Eğer bahar ve yaz aylarında gelmişseniz, gondollarla bir gezintiye çıkıp kasabaya bir de o açıdan bakabilirsiniz.

Bunu anlatmışken, bir ayrıntıyı da atlamayalım. Colmar'da gezinirken tarihi dokusunu yitirmemiş binaların tahtadan panjurlarını ve onların üzerindeki şekilleri gözden kaçırmak mümkün değil. Bunların her birinin bir anlamı var. Bazı Colmar sakinlerinin anlattığına göre panjurlardaki kalp şekli o evde evlenme çağında bir genç kızın olduğunu simgelermiş geçmişte. Hatta o kız evlenip yuvasını kurduktan sonra da o kalp figürünün arkası bir ahşapla kapatılırmış.



Neyse, gezilecek yerlere devam edelim. Colmar'da gezinirken mutlaka ama mutlaka Maison des Têtes yani Kafalar Evi karşınıza çıkacak. Şimdilerde restoran olarak kullanılan bu bina, kasabadaki en ünlü yapılardan biri. 

Unterlinden Müzesi, güzel sanatlar meraklıları için. Bartholdi Müzesi'ne zaten gideceksiniz. Ama içeri girmeseniz bile en azından bahçesinde durup o muhteşem heykelin keyfini çıkarın.

Oyuncak Müzesi, Doğal Tarih Müzesi, Adolph House görülmesi gereken yerler. Ama bazı yerler var ki zaten oraları gözden kaçırmanız mümkün değil. Bunlardan biri de Pfister Evi. Burası kasabanın en çok fotoğrafı çekilen yerlerinden biri.

Marché Couvert, bildiğimiz belediye halk pazarları gibi bir yer, yani kapalı bir pazar. Küçük Venedik'teki bu pazarın binası daha uzaklardan sizi kendine çağırıyor. İçeri girdiğinizde ise rengarenk tezgahları, küçük büfeleriyle sizi avucunun içine alıyor ve hiçbir şey almaya niyetiniz yoksa bile orada uzun uzun vakit geçirebiliyorsunuz.


Bu arada not edelim, perşembe günleri bu kapalı pazarın hemen önüne bildiğimiz semt pazarlarından biri kuruluyor.

Schwendi Çeşmesi, Hansi Müzesi, St. Martin Katedrali de kasabanın görmeden gelinmemesi gereken yerlerinden.

COLMAR'DAN NE ALINIR

Colmar'da birçok turistik kentte olduğu gibi hediye mağazaları var. Ama pekçok yerdeki aynı türden mağazalar gibi "yüksek sesle" bağırmıyorlar, o yüzden hatıra ya da hediyelik bir şeyler arıyorsanız dikkatli olmanız gerek. 



Mağaza sahipleri ya da çalışanları da "buradan bir şey almadan çıkmak yasak" mesajı vermiyor kimseye. İsterseniz mağazada saatlerce kalıp etrafa bakının kimse gelip bir şey söylemiyor.

Colmar'dan alınabilecek en güzel şey belki de şarap. Ne de olsa Alsace şarap başkenti burası. 

COLMAR'DA NE YENİR

Colmar'da vitrinleriyle iştah açan birçok pastane ve yine aynı şekilde çok sayıda restoran var.

Eğer kasabanın ruhuna uygun bir mekanda yemek istiyorsanız, Bartholdi Restoran tam size göre. Bu ünlü sanatçının adını taşıyan restoranda bölgeye özgü şekilde pişirilmiş ördek ya da balık yiyebilir, yemeğinizi meyveli bir tatlıyla taçlandırabilirsiniz.



Colmar elbette yabancı bir ülkede yabancı bir kasaba, ama inanın kendinizi hiç de yabancı hissetmeyeceksiniz. Hatta bunun için İngilizce, Almanca ya da Fransızca bilmenize bile gerek yok desek! 

Avrupa'da yoğun bir Türk nüfus olduğu malum. Elbette Colmar'da da durum değişmiyor. Kentin tarihi merkezinde değil ama yeni kasaba civarında bir Türk mahallesi var. Ayrıca gittiğiniz bazı restoranlarda masanıza servis yapan garsonlardan biri size Türkçe "iyi akşamlar" derse yine şaşırmayın. 



Tabii bunları söyledikten sonra kasabanın çıkışında On Numara Çiğ Köfte tabelasını görmek de sürpriz olmayacak.

La Marechal Hotel'in restoranı da hem ortamıyla hem de yemekleriyle tercih edilebilecek bir mekan. Bu restoranın yemekleri bir yana özellikle şarapları uzun süre sizi masada tutmaya yetecek türden.

COLMAR'DA NE İÇİLİR

Bir sürü seçenek var, ama elbette şarap. Çünkü burası şarabın da başkenti. İnsanlar uzun öğle ve akşam yemeklerinde keyfini çıkara çıkara , tatlı sohbetler eşliğinde masada kalıyorlar. Eh! Onca gezindikten sonra o güzellikleri sindirmenin en iyi yolu da bu olsa gerek.

NE ZAMAN GİDİLİR 

Ne zaman isterseniz o zaman tabii ki! Ama yine de Küçük Venedik'te kanallara doğru eğilen ya da pencerelerden sokağı seyreder gibi görünen çiçekler eşliğinde bu güzellikleri görebilmek için Nisan ile Ağustos arasında bir zaman dilmi seçmek daha mantıklı. Biz Mart ayının ikinci yarısında oradaydık ve kaldığımız dört günün üçünde hiç güneş görmedik. 



Olsun, yine de bir masalın, içine düşmek güzeldi. Hatta öylesine güzeldi ki bir ara 'acaba bu lezzetli şarapları fazla kaçırdık da hayal mi görüyoruz acaba' diye düşünmedik değil.

Nazan MENGÜ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Luna park değil Rönepark

Ah Refika! Aşkından yataklara düştü bu köy!

Bir kahvaltıda keşfettiğim hazine